Eşim ile uzun süredir gitmeyi istediğimiz Ege sahillerimizi bayram tatilini fırsat bilerek motorumuz ile gezmeye karar verdik. Eşimin motor ile ilk uzun konaklamalı gezisi olacağından çok yorulmadan, mümkün olduğunca çok yere uğrayarak keyifli bir tur olması için birkaç hafta önceden genel rota,günlük rotalar, gezilecek görülecek yerler ve konaklama yerlerini belirlemeye başladım. Toplam 10 gün 9 gece ve yaklaşık 1750 km olarak planlamalar yapıldı.
Ve yola çıkma günü geldi. Yine son dakika hazırlıkları ve telaşları arsında artık bizim alıştığımız aksiliklerimiz yanımızda idi. Sabahtan eşimin kliniği denetlemeye girdi, neyse ki bizi yaklaşık 3 saat geciktirdi derken yine bütün evrak kimlik ve kartların bulunduğu çantamızı kaybettik. Bu duruma her gezi öncesi alışığız artık gelenek oldu fakat bu sefer bulmak zor oldu, yaklaşık 6 saatlik gecikme ile sonunda tüm stresleri geride bırakıp yola çıktık.
İlk gün rotamız Antalya -Korkuteli -Salda -Denizli -İzmir. Salda gölünde ilk molamızı verip gezinin büyük bölümünde bize yoldaş olan sevgili dostum Mustafa Serdaroğlu --Kaptan-- ile buluştuk. Hava güzel , yol güzel, ekip güzel; insan daha ne ister ki?
Salda da çaylarımızı içtikten sonra Denizli'ye girmeden Serinhisar Tavas Karacasu üzerinden Nazilli'ye geçmeye karar veriyoruz ve iyi kide yapmışız. Trafik ışıklarında beklerken gördüğümüz Aphrodisias tabelasından girip müzeyi gezmeye karar veriyoruz. Benim ismini duyduğum fakat hakkında hiç bilgim olmayan bir yer idi.Kısacık bir gezinti olarak düşündüğümüz bu saklı yer tek kelime ile muhteşem...
1987 yılında Unesco Dünya Mirası listesine girmiş olan kent 2004 senesinde uzmanlardan oluşan bir ekip tarafından en iyi 10 antik kent arasında gösterilmiştir. Aphrodisias Anadolunun Karia bölgesinin kuzey doğusunda tanrıça Aphrodit'e adanmış antik bir Roma kenti.Aydın ili Karacasu ilçesi Geyre beldesi yakınlarında Baba dağı batı eteklerinde kurulmuş.Bir zamanlar Lidya eyaleti başkentliği yapmış olan kent muhteşem eserleri ve zengin bitki örtüsü ile 3,5 km uzunluğunda surları, 4 ana kapısı ve 494 hektarlık alanı ile muhteşem. Döneminde tarihin en iyi heykel okulunu barındırması ile hem Efes dahil Anadolu'daki hem de Atina içinde olmak üzere tüm heykeller ya burada yapılmış yada buradan giden heykeltraşlar tarafından yapılmış.
Dolayısı ile müzesini anlatmaya gerek yok sanırım.
Mutlaka görülmesi gereken bir müze; tekrar gelmek dileği ile sözleşerek ayrılıyoruz.
                             Dışarıda bizi beklerken dinlenen Kaptan ile tekrar yola koyuluyoruz. 
Biraz hızlı bir yolculuk ile akşam saatlerinde İzmir'e ulaştık. Hemen gezimizin bir bölümünde bize eşlik edecek olan arkadaşlarımız Hakan Zağnos, Ümit-Buket Köse çifti ile buluşuyoruz ve hazırladıkları mükemmel sofrada hemen yemeklere başlıyoruz. Bu rakı herşeyin ilacı olsa gerek ne yorgunluk kaldı nede sabahın stresi.
Yemeğin ardından otelimize yerleşip duşlarımızı aldıktan sonra hemen kendimizi İzmir gecelerine bırakıyoruz.
Bu arada otelimiz Özgür'ün çok yakın dostu sevgili Berna'nın hediyesi ve muhteşem. Atatürk'ün kayınpederinin konağı imiş ve Atatürk İzmir ziyaretlerinde burada da konaklamış... Ee hal böyle olunca bizde beyaz leblebi ve rakıyı unutmadık...
Sabah İzmir turumuz başlıyor; önce Kızlar Hamamı ve kumda Türk kahvesi;saat kulesi meydan, kuşları besleme seansı ile havuzlarda serinleyen canavarlar ile biraz eğlenip karşıya geçiyoruz.
Hava hep hafiften rüzgarlı; Torbalı'da başlayan rüzgar Didim'e kadar hep aynı esti. Zaten her yerde rüzgar jeneratörleri kurulmuş fakat bence daha fazlası da yapılabilir...Konak iskelede bindiğimiz vapurun hemen yanıbaşında bir önceki fırtınada batmış olan vapuru görünce denizin dalgası ve rüzgar ile biraz irkilsek de çay keyfimizi hemen yerine getiriyor.
Eee tatile karısı ile çıkanların herhalde hepsi için ilk durak alışveriş mağazaları...
Ancak ondan sonra kahvaltı; ve meşhur Boyoz... Beni her nekadar hayal kırıklığına uğratsa da boyutundan dolayı tadı gerçekten nefis...Biraz turladıktan sonra gelmişken Kumru yemeden dönülmez diyerek hemen dalıyoruz meşhur Şevki'ye...
Tekrar vapur keyfi ile dönüyoruz ve arkadaşlarımız ile buluşup biraz sohbet biraz şehir turu .Birkaç motosiklet mağazasına uğradıktan sonra otelimize dönüp toparlanıyoruz.
Bugün ki yolumuz Çeşme; dört motor yola koyuluyoruz. Yolda arkadaşlarımız Hakan ve Ümit bayram ziyareti için Urla'da bizden ayrılıyorlar; tekrar Kuşadası'nda görüşmek üzere diyerek ayrılıyoruz; ve devam Çeşme'ye...Yine keyifli biraz hızlı ama güzel bir yol ile Çeşme'ye geliyoruz.
Çeşme İzmir'in batısında, deniz seviyesinden 5 m yükseklikte, tarihteki on iki İyon kolonisinden birisi.11. yy da Türk egemenliğine giren Çeşme'de en önemli Osmanlı eserlerinden birisi harika taş işçiliği ile göze çarpan kalesidir.İlk yapımı denize sıfır olmasına karşın yine bizler denizi doldura doldura kale ile deniz arasında şuan alışveriş mağazaları yol restoranlar ve hatta limanın bir kısmı bile var...Uzun sahilleri, sığ denizi, üst düzey konaklama olanakları ile Çeşme gece hayatınında önemli merkezlerinden.
Bugün gezimizin ilk çadır konaklamasını yapacağız, tercihimiz Altınkum mevkii nde bir plaj kamping oluyor; zaten çok fazlada seçenek yok yer olarak. Kamp alanı hemen kumsalda, yer harika fakat işletme o kadar kötü ki, hiçbir düzenleme yok hele ki girişte sizi kum tepecikleri ile karşılıyor; işletme sahibi yer göstermeden daha motordan dahi inmeden ücret istedi; biraz sert bir çıkıştan sonra çadırı kuracağımız yere geldik adam yine para para diyor tepemde; yüklü motoru üzerine sürünce parayı aldıktan sonra bir daha ortalıkta gözükmedi...
Çadırlarımızı kurup, duş aldıktan sonra tekrar Çeşme'de gece nasılmış diye kontrole gidiyoruz.Hemen limandaki restoranlardan birisine oturup rakı balığa başlıyoruz. Güzel sohbet, lezzetli yemek ile vakit hemencecik geçiyor. Restoranın tam önünden Yunan Adaları feribotları kalkıyor ve haliyle bizde yapacağımız Alp seyahatini planlamaya başlıyoruz hemencecik. Özgür'ün müdehalesi ile tekrar gerçek hayata dönüp Çeşme'yi turluyoruz, kaliteli mekanlar, güzel bir doğa; şehir yaşıyor.
Sabah tekrar hazırlanıp yola çıkıyoruz; ilk durak Çeşme limanda kahvaltı sonra Özgü'ün emeklilikte yaşamak istediği Alaçatı... Sörfün başkenti adına layık...
Bir sonraki durağımız Teos... Hafızamda hep bundan sonra huzuru temsil edecek beni çok etkileyen yerlerden birisi... Seferihisar'a 5 km. uzaklıkta Sığacık köyünün 1 km güneyinde deniz kenarında m.ö. 1000 li yıllarda kurulmuş on iki iyon kentinden birisi Teos.Kentin kurucusu Dioysos'un oğlu Athames olarak biliniyor ve kentte agora, tiyatro, liman, surlar, odeon un yanı sıra antik dünyanın en büyük Dionysos tapınağıda burada bulunuyor.
Burası bana öyle huzur verdi ki ...
Güzel bir tarih deniz ve yemek molasından sonra Kuşadası'na devam ediyoruz.Hemen girişte sahile çok yakın Önder kampinge yerleşiveriyoruz. Burası tur boyunca kaldığımız en güzel kamp yeri, herşey düşünülmüş ve ucuz; motorcu dostu bir yer...Çadırlar kurulup duşlar alınırken hemen yanımızda Hollanda plakalı AfricaTwini ile Rens van Herk ile tanışıyoruz. Her yaz motoru ile gezen sağlam yol yapan bir arkadaş, Afrika turu öncesi uğramış ülkemize; sonradan Antalya'da misafir ettik ve güze bir Afrika deneyimi yaşadı... Darısı bizlere...
Sohbetten sonra yemek için Kuşadası restoranlarına geçiyoruz ve sonrasında tabiki güzel kalabalık geceler... Hayalimden uzak, çok kalabalık birazda seviyesiz bir eğlence var şehirde çok hoşlanmıyoruz ve sakin bir barda biralarımızı içip çadırımıza dönüyoruz.
Sabah Antalyadan doktor arkadaşımız Hüseyin bize ogün eşlik etmek için geliyor, birlikte güzel bir kahvaltı sonrası Efes'e doğru açıyoruz gazı. Bu arada bugün doğum günüm ve yıllardır gezmek istediğim Efes harabeleri ve Meryem ana kilisesini gezeceğiz.
İlk durağımız Efes antik kenti.Kent Selçuk ilçesinin 3 km. uzağında kuruluşu cilalı taş dönemine m.ö.6000 yıllara dayanan İyonya'nın on iki şehrinden birisi; bugün gezilen Efes Büyük İskender'in generallerinden Lysimakhos tarafından m.ö.3000 yıllarında kurulmuş; Helenistik dönem ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes Asya eyaleti baş kenti ve en büyük liman kenti imiş.Tarih boyunca Asya ve Avrupa arasında kapı görevi gören Efes bilim, kültür ve sanat anlamında hep başrolde olmuştur.Her yıl yaklaşık 2 milyon ziyaretçisi ile ülkemizin en önemli turizm merkezlerindendir. Zaten fazla söze gerek yok mutlaka orayı solumak gerekir...
Buradaki ikinci durağımız Meryem Ana evi...Bülbül Dağındaki Meryem Ana Evine Efes Antik Kenti Magnesia kapısı önünden çam ağaçları arasından 9-10 km güzel keyifli bir yol ile çıkılıyor.1967 yılında Papa VI. Paul ve 1979 yılında II. Jean Paul tarafından da ziyaret edilen kilise Vatikan tarafından kutsal ilan edilmiş ve her yıl Hıristiyanlarca Haç ziyareti yapılan mütevazi bir taş yapı. Burada kesinlikle Tanrı'ya kendinizi daha yakın hissediyorsunuz...
Buradan dostlarımız Hüseyin ve Ümit ve eşi Buket'ten ayrılarak Didim'e doğru yola çıkıyoruz. Yolda karşılaştığımız bisikletçi dostlarımızla selamlaşıp benim çok sevdiğim bir sahil şehri olan Didim'e geliyoruz. Burası için önceden otel rezarvasyonu yaptırmamıştık; kalmayı planladığımız kamp yeride artık site inşaatı olunca hele ki bayram tatili ile bizi biraz yordu.Ancak girdiğimiz 15. otelde yer bulabildik ve hemen yerleşip duşlarımızı alıp soluğu sahilde aldık.
Eee Ege'ye gelinir de lokma tatlısı yenmezmi; hele bugün doğum günüm olunca gelsin tatlılar gitsin pastalar... Didim herzaman ki gibi kalabalık; ağırlık belkide bayram dolayısıyla yerli; hal böyle olunca Datça ile turumuzun en ucuz bulduğum şehri. Didim tarihi m.ö.8000 yıllarına dayanıyor, sırasıyla Miken, Girit, Aka, Pers, Roma, Bizans ve Türk hükümderlıklarını görmüştür. Burada bulunan Apollon Tapınağı Didymenion ismiyle de bilinir.Dönemin özellikle fal ve büyü merkezidir. Yapımı sırasında çalışanişçiler tarihin ilk grevini yapmışlar! Tam benim şehrim; grev ve başkaldırı...
Sabah erken yola çıkıyoruz hedef Bafa Gölü. Bugün bayram ve Bafa gölünde uzun bir kahvaltı molası veriyoruz. Eee haliyle göl güzel, kahvaltı güzel, mola biraz uzuyor...
Bugün Bodrum'a geçeceğiz. Orada kısa bir şehir turu ardından Datça'ya feribot ile geçeceğiz.Sabahtan göl kenarında telefon ile feribot biletlerimizi alıyoruz ve yola çıkıyoruz. Öğleden sonra Bodrum'dayız hemen feribota motorları yerleştirip eşyalarımızı bırakıp şehir turuna başlıyoruz; tabi ki ilk durak kale ve müze.
Bodrum'u anlatmaya gerek yok her zaman ki gibi; çok kalmamak lazım, kendisine bağlar yoksa... Aziz Petrus Kalesi ile Petrus'a adanan Halikarnassos ismini burdan almaktadır.Tarihin babası Herodotus, tarihteki ilk kadın amiral II.Artemisia, Dionysius, Turgut Reis, Halikarnas Balıkçısı, Neyzen Tevfik, Zeki Müren, vs. vs. sanırım saymakla bitmez... İşte Bodrum...
Gezimiz biraz da uzun sürünce şehre pek bir vakit ayıramadık hemen yemeğin ardından feribota geçiyoruz ve keyifle Halikarnassos'u birde denizden seyrediyoruz.
Akşam saatlerinde Datça yarımadasına geliyoruz. Burası ilk defa geldiğim ve aşık olduğum bir yer...Ege ve Akdenizin birleşim yeri; bal balık badem üçlemesi herhalde herşeyi anlatıyor.Feribottan iner inmez doğruca Datça'nın doğa harikası büklerine sürüyoruz motorlarımızı. İlk durak Hayıtbükü...Buraya geldiğimizde biraz yorgun ve akşam karanlığının da etkisi ile ilk sözleri eşime 'aşkım galiba motordan cennete düştük' oldu... Yarımadada Ege ve Akdeniz'e bakan 52 bük var, hepsi ayrı güzel, en bilinenleri Hayıtbükü, Ovabükü ve Palamutbükü. Herbiri tertemiz denizleri sakin yaşamları küçük balık lokantaları ile ayrı güzel. Ovabükü'ne çadırlarımızı kurup yemek için Kaptan'ın kız kardeşi ve ailesi ile tatilde oldukları Hayıtbükü'ne geçiyoruz. Balık ve rakının tadını anlatmaya gerek bile yok...
Sabah güzel bir kahvaltı sonrası Kaptan ile ayrılıyoruz, işleri nedeniyle Antalya'ya dönmek zorunda; biz de Knidos'a doğru yola çıkıyoruz.
Burası Datça yarımadasının en uç kısmında bir tarafınız Ege bir tarafınız Akdeniz. Knidos bilim, sanat ve mimarlıkta oldukça ileri bir kentmiş; tarihin büyük astronomi ve matematikçisi Eudoksus, ressam Polygnotos, İskenderiye Feneri'nin mimarı Sostratos, doktor Euryphon burada yetişmiş. Tarihin bilinen en büyük 3. tıp okulu burada imiş. Hal böyle olunca daha da ilgimizi çekti, diplomalarımızı tekrar onaylattık burada...
Knidos'tan ayrılıp Datça'ya doğru sürmeye başlıyoruz. Yol harika virajlı, doğa muhteşem, burası gerçekten cennetten bir köşe; insan yaşlanmaz burada...
Datça'ya geldiğimizde Kaptan galiba Antalya'ya varmıştı. Motoru limanda bir yerlere bırakıp hemen şehri turluyoruz, küçük sevimli bir limanı var. Henüz turizm vahşice saldırmamış, sakin bir yer. Ve söylemeye bile gerek yok fakat balıklar hele ki dil balığı muhteşem, yanında rakı yoktu henüz gündüz ve bu gece Marmaris'te olacağız.
Akşam üzeri tekrar yola çıkıyoruz ve çok keyifli virajlar ile bir Ege'yi bir Akdeniz'i selamlayarak Marmaris'e geliyoruz.
Marmaris denizle bütünleşen çam ormanları, dört tarafı mavi payraklı plajları, tarihi ve hızlı gece hayatı ile turizmin cam damarlarından.Tarihi m.ö.1200'lere kadar gidiyor.Şehir Ege adaları ve Akdenize açılan bir kapı olmasından tarih boyunca büyük medeniyetlere beşiklik yapmıştır.Bölgede yapılacak gezilerde Karia, Rodos ve ada uygarlıkları, Mısır, Asur, İyon, Pers, Makedon, Suriye, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarından birçok eser görmek mümkündür.
Yine bizim camping son 2 ay içinde otel inşaatı olmuş bizde mecburen otel aramaya başlıyoruz. Fiyatlar makul ama hizmet kötü, neyse bir gece deyip Marmaris gecelerini kontrole çıkıyoruz. Marmaris her zaman ki gibi kalabalık; hem deniz kalabalık teknelerle hem caddeler kalabalık, 24 saat yaşayan bir şehir. Eğlence barlar sokağı ile sınırlı değil fakat barlar sokağında da eğlence sınırsız. Girdiğimiz bir bar sahibi de bir chopper grubu üyesi imiş, zaten sonradan ağır chopper abiler geldi; motorcu olduğumuzu bilmelerine rağmen pek sıcak davranmadılar; ilginç... Marmaris'te gece eğlencede sınır ve durak yok,günün ilk ışıklarına kadar eğlence devam, gün ağırıncada plajlarda devam...
Sabah güzel bir kahvaltı ile Marmaris'e veda edip Akyaka Orman Kampına geçiyoruz.
Akyaka Gökova körfezinin doğu ucunda bulunuyor ve tarih boyunca burada yerleşim olduğuna inanılıyor. Son yıllara kadar saklı cennet gibi olmasına rağmen burasıda tatilciler, yazlıkçılar ve turizmin işgali altına girmiş. Doğa sporları özellikle kite-surf için ideal bir bölge.Orman içerisinde çok büyük ve güzel bir kamp yeri ve çok kalabalık; çoğu aile tüm sezonu burada geçiriyor, çadırların önünde sebze yetiştirenler, hatta çanak anten ve tv bile var bazı çadırlarda...Burada Urla'da ayrıldığımız Hakan, Ümit ve eşi Buket ile buluşuyoruz.Biraz deniz keyfi ve gezinti...
Akşam yemeği için Kadın Azmağı ile anılan doğal güzellikleri ile ünlü su kaynağına doğru tekne ile gidiyoruz. Doğa ana burada hiçbirşeyi esirgememiş.Ee tabi bizde sunduğu nimetleri şöyle bir tadıyoruz.Yemeğe gitmeden sevip biraz oynaştığımız köpek yavrusuna söz verdiğimiz balıkları çadırın kapısında görünce şaşırıyoruz, sonradan öğrendiğimize göre köpekcik kimseleri biz yokken ne çadırlara nede motorlara yaklaştırmamış, tabi ödül olarak da güzel bir balık ziyafeti çekiyor. Sabah yine terliklerin üzerinde..
Sabah güzel bir kahvaltı ardından Akyaka'dan ayrılıp Dalyan'a doğru yola çıkıyoruz.
Dalyan Köyceğiz gölü ile Akdeniz'i birleştiren kanal üzerinde bulunan küçük bir tatil beldesi.Antik tiyatrosu, Likya mezarları, eski limanı ile muhteşem bir yer. Tekneler ile kanal boyunca sazlıklar arasından denize ve kumsala tarihi yerleri izleyerek gidiyorsunuz. Mutlaka mavi yengeçlerinizi afiyetle yiyerek teknecilerin sevimli carettalar ile yaptığı şovları seyrediyorsunuz. Gayet keyifli bir tur sonunda sizi muhteşem bir kumsal bekliyor.
Tur sonrası Köyceğiz'e konaklamak için geçiyoruz.Köyceğiz tarihi m.ö. 3400 yıllara dayanıyor. Bölgede ilk varlık gösteren uygarlık Karyalılar. Sonra sırasıyla İskitler, Asurlular, İyonyalılar, Dorlar, Akalar, Persler, Helenler, Seleykoslar, Romalılar, Selçuklular, Menteşeoğulları ve Osmanlılar hüküm sürmüş.Köyceği gölü ve gölün sahile birleştiği yerde kurulan Karia'nın liman kenti Kaunos yörenin önemli turizm merkezidir.Ayrıca Sultaniye Köyündeki sıcak soğuk termal kaynaklar sağlık turizmi açısından önemli merkezlerdendir.Buradaki kaplıcalar tarih boyunca şifa merkezi olarak faaliyet göstermiş olup Roma döneminde burada 400 yataklı hastane dahi kurulmuştur.
Köyceğizde normal planımız dışında bir gece konaklamaya karar veriyoruz, hemen otelimize yerleşip göl kıyısında yürüyüş sonrası yemeğimizi afiyetle yiyoruz. Sabah kahvaltı sonrası şifa niyetine Sultaniye kaplıca ve çamur banyolarını ziyaret edip birazcıkta çamurdan yanımıza alarak Göcek'e doğru yola çıkıyoruz.
Göcek Muğla Fethiye yolu üzerinde küçük bir belde. Bence motor için harika bol virajlı bir geçitten veya 980m uzunluğundaki ücretli tünelden geçerek ulaşabiliyorsunuz. Tam bir yat turizmi cenneti, 12 adaları, sayısız koyları ve muhteşem denizi ile ülkemizin cennet köşelerinden. Hal böyle olunca bizde bir uğrayıp soğuk biralar ile serinledik.Yolumuza hedefte Ölüdeniz devam ediyoruz.
Ölüdeniz; Likyalılarda ışık ve güneş diyarı; ortaçağda uzak diyar diye bilinir. Türkiye'deki lagün oluşumlarından biridir. 2006 yılında dünyanın en güzel kumsalı seçilmiştir.Adı gibi durgun bir göl gibi görünür; fakat çok sayıdaki kaynak suyu çıkışlarının yarattığı akıntı, kaynak sularından doğan tuz farkı ve de gel git etkisi ile sürekli kendini yeniler. Ölüdeniz'e adını veren efsane:Belcekız adı da bir efsaneye dayanıyor. Eski çağlarda buralardan geçen gemiler açıkta demirler ve içme suyu almak üzere kıyıya sandalla çıkarlarmış. Bir gün yaşlı bir kaptanın genç, yakışıklı oğlu su almak için koya çıktığında güzel mi güzel Belcekız’ı görür. Görür görmez de vurulur.Kızın yüreğine de ateş düşer ama delikanlı suyu alıp dönmek zorundadır. Gemi uzaklaşıp gider. Belcekız hep kıyıyı, sevgilisini kollar. Delikanlı da geminin buralardan her geçişinde su almaya gelir. Böylece görüşürler. Bir gün gemi buralardan geçerken fırtına patlar. Genç, babasına burada korunaklı, havuz gibi bir koy olduğunu söyler. İhtiyar ise oğlunun gönül macerasını bildiği için oğlunun sevgilisini görmek uğruna gemiyi parçalamak istediğini sanır. Dalgalarla birlikte kavga da büyür baba oğul arasında. Gemi tam kayalıklara çarpacakken kaptan bir kürek darbesiyle oğlunu denize atar ve dümene yapışır ki durumu görür. Deniz dönerek çarşaf gibi bir koya girmektedir. Oğlan orada ölür. Kayaların üzerinde sevdiğini bekleyen Belcekız da kendini kayalardan atıp ölür. İşte o gün bu gündür kızın öldüğü yere Belcekız, oğlanın öldüğü yere Ölüdeniz denir. Günün ilerleyişine göre rengi değişip duran deniz belki de bir oğlana bir kıza yanmaktadır.
Ölüdeniz'de Sugar Beach'te kaldık; sevimli bir işletme fakat çadırcılara biraz mülteci muamelesi var sanki bungalovlara yönlendirmek istercesine? Çadırlarımızı kurup duşumuzu alıyoruz ve gün batımında deniz keyfi...
Ölüdeniz son zamanlarda o kadar hızlı büyümüş ki ne gelişimine ne de eğlencesine yetişmek imkansız.Bazen insan böyle yerlerin biraz saklı kalmasını istiyor...
Sabah kahvaltı sonrası tekne turuna çıkıyoruz. Bugün ki turumuzun en önemli durağı eşim Özgür'ün özel isteği ve turumuzun olmazsa olmazlarından kelebekler vadisi...1. derecede doğal SİT ilan edilen ve her türlü yapılaşmaya kapatılan kayalık ve çamlık vadide milyarlarca kelebeğin kayalarda, ağaçların gövdelerinde ve yapraklarında bulunup etrafı sarmasından dolayı bu ismi almıştır. Vadiye ulaşım Ölüdeniz'deki sahilden kalkan teknelerle sağlanır.Özgür'ün en sevdiği hayvan kelebekler...
O kadar çok güzellik var ki gezilecek vakit yetmiyor, insan doyamıyor.Ölüdeniz beldesinde batısında ve takriben 7 km. uzağındadır. Adada m.s. 5-13. yüzyıllarda yapıldığı anlaşılan Bizans ve Roma devirlerine ait ev, depo, sarnıç ve kilise kalıntıları bulunmaktadır. Gemile Adası, koruması gerekli tarihi değerlerden biridir.
Kaya Köyünün arkasındaki tepeyi aşarak gelen yol, sizi zeytin ve çam ağaçlarıyla çevrelenmiş bir başka güzelliğe, Gemiler Koyuna ulaştırıyor. Gemiler Koyunun tam karşısındaki kaplı St. Nicholas (Gemiler Adası) na bir tekne ile geçebilir ve Bizans döneminden kalma kalıntıları görebilirsiniz. 1990 yılında bir Japon Arkeoloji heyetinin Fethiye Müzesi ile birlikte başlattığı kazılarda gün ışığına çıkartılan buluntulardan, adanın erken Hıristiyanlık döneminde önemli bir ziyaret merkezi olduğu ve denizler azizi Nicholas’ın bu adada yaşadığı anlaşılıyor.
Tekne turunu tamamladıktan sonra kamp yerine dönüp toparlanıyoruz. Artık eve dönme vakti, güzel bir yolculuk ile akşam evdeyiz. On gündür ayrı olduğumuz çocuklarımızla kucaklaşıyoruz; gezmek çok güzel fakat bebişlerimizin kokusu hiçbir yerde yok...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder